Uykumu Geri Ver!


Ergenlik yıllarını yaşıyorduk. Giyimimize daha ziyade dikkat eder olmuştuk. Küçük işaretlerden büyük anlamlar çıkarma mevsimindeydik. Dalıp gidiyorduk dersin orta yerinde. 
Dünyaya açılan tek kapımız sinemaydı. Romantik filmler kovboy filmlerinden daha fazla ilgimizi çekmeye başlayınca anladık ki büyümüşüz. 
İsmi İbrahim olan bir arkadaşımız vardı. Bebekken çocuk felci geçirmişti. Sakat bacakları çarpık bedenini taşıyamıyordu. Düz yolda bile yürüyemezdi. Sınıfa biz çıkartırdık kollarına girerek. 
Üç tekerlekli bir motosiklete binerdi. Bacak yerini tutsun diye almışlardı, okula onunla gelir giderdi. Motosikletine bindi mi aslan kesilirdi İbrahim. İki yanındaki tekerleklerin çamurlukları genişti, okul çıkışlarında biz de oraya otururduk. 
İki samimi arkadaşıydık. Keyfimize diyecek olmazdı o zaman. Hele de mevsim baharsa, ağaçlar yapraklanmış, güller tomurcuklanmış, etraf çimenlerle kaplanmışsa. 
İşte bu İbrahim delice âşıktı Nihal’e. 
‘Nihal’ deyince biraz durmak gerekiyor… Lisenin en güzel kızıydı. Hayallerde iz bırakan endamıyla su akar gibi yürürdü. Onu bir yaz rüyası gibi hatırlıyorum. Başak sarısı saçları, yosun yeşili gözleri... Hele o mağrur yürüyüşü... 
Tarife ne hacet, İbrahim’i tersine çevir, anlarsın Nihal’i. Fakat neylersin, gönül bu, İbrahim hâline bakmadan seviyordu bu kızı. Şiirler yazıyordu onun için, şarkılar düzüyordu. 
Büyük bir bahçeli evde yaşardı Nihal. Kapılarının önünden geçerken motoru durdurur, bir şarkı tuttururdu İbrahim. 

Gezdiğim dikenli aşk yollarında, 
Elimden kırık bir saz geldi geçti. 

Biz de var gücümüzle eşlik ederdik. 
Bu esnada gözümüz pencerede olurdu, bir gölge, bir kıpırtı, perdelerde bir dalgalanma görmek ümidiyle. Sonra yorum faslı başlardı. 
"Penceredeydi." 
"Yok, değildi." 
"Perde kıpırdar gibi oldu." 
"Oradaydı ama kendini belli etmek istemedi." 
"Annesi yanındadır da ondan…" 
Ne tuhaf, İbrahim bu kızın da kendisine âşık olduğuna iyice inanmıştı. 
Peki, bize ne oluyordu?